SinoVac, BioNTech, Sputnik V?

Türkiye’de Kullanılmakta Olan ve Kullanılması Planlanan COVID-19 Aşıları Hakkında

İbrahim Gökçe
9 min readMay 28, 2021

--

SARS-CoV-2 virüsünün yol açtığı COVID-19 (Coronavirus Disease-19) hastalığı 2019 yılının son aylarında Çin’in Hubei eyaletine bağlı Wuhan kentinde ortaya çıkmış, küreselleşen dünyanın da etkisiyle kısa sürede dünya genelinde yayılarak 11 Mart 2020 tarihinde pandemi durumunun ilan edilmesine yol açmıştır. Başlangıcından bu yana birçok insanın virüsle enfekte olarak hastalandığı ve yine milyonlarca insanın hayatını kaybettiği bu pandemiden çıkış yolu olarak ise güncel durumda elimizde aşılama ile toplum bağışıklığına ulaşmaktan başka bir çözüm görülmemektedir. COVID-19 pandemisinin başından bu yana çok çeşitli ülkelerden araştırmacılar, COVID-19 hastalığına karşı aşı geliştirme çalışmalarını sürdürmektedir. Geldiğimiz noktada ise farklı mekanizmalarla çalışan çeşitli COVID-19 aşıları, preklinik ve klinik testlerinin başarıyla tamamlanmasıyla dünya genelinde kullanıma sunulmuştur ve birçok ülkede yaygın aşılama başlamıştır. 26 Mayıs 2021 tarihli veriler ışığında dünya genelinde toplam uygulanan aşı sayısı 1.78 milyar dozu aşmış durumdadır. Ülkemizde ise aynı tarihli veriler incelendiğinde en az bir doz aşı uygulanan kişilerin sayısı 28 milyondan fazladır. Dünya genelinde aşıları tamamlanarak bağışıklık kazanan bireylerin oranı ise henüz yüzde beş civarlarındadır. Bunun yanında çeşitli Afrika ülkeleri incelendiğinde ise henüz nüfusunun yüzde birini dahi aşılayamamış ülkelerin olduğu görülmektedir. Bu verilere bakıldığında toplum bağışıklığına erişmemiz için önümüzde hâlâ bir mesafe olduğu görülmektedir. Bu sebeple aşılamanın mümkün olduğu kadar hızlı ve global boyutta ilerlemesi, pandemiden kurtuluşumuz açısından büyük bir önem arz etmektedir. Bir diğer yandan ise yaygın kullanımda birden çok COVID-19 aşısının bulunması, kafalarda çeşitli soru işaretleri oluşturmakta ve bireylerin aşı tercihlerini yaparken kararlarını etkilemektedir. Bu sebeple COVID-19 aşıları hakkında temel bilgi düzeyinin arttırılması; yanlış, spekülatif ve bilimsel dayanağı olmayan bilgilerin yayılmasının engellenmesi ve buna bağlı olarak gelişen aşı karşıtlığı argümanlarının da bilimsel dayanağı olmadığının anlaşılması açısından büyük bir önem arz etmektedir. Güncel duruma baktığımızda Pfizer/BioNTech, Moderna ve Johnson&Johnson COVID-19 aşıları, FDA tarafından acil kullanım izni almış bulunmaktadır. Ancak Astra Zeneca&Oxford, CoronaVac (SinoVac), Novavax, Sputnik V aşıları da FDA onayı almasa da Faz 3 çalışmalarını tamamlamış ve çeşitli ülkelerin otorite kurumları tarafından onaylanarak yaygın kullanıma sunulmuştur. Bunun dışında çeşitli aşılar da kullanımda olsa da yukarıda ismi geçen aşılar dünya genelinde ağırlıklı olarak kullanılan aşılardır. Ülkemiz kanadına baktığımızda ise SinoVac ile başlayan aşılama süreci Pfizer/BioNTech aşılarının da ülkemize giriş yapmasıyla iki farklı koldan ilerlemektedir. Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın son zamanlardaki açıklamalarına bakıldığı zaman ise Rusya tarafından geliştirilen Sputnik V aşısının da ülkemize girişiyle 3 farklı COVID-19 aşı seçeneğinin olacağı öngörülmektedir. Bu yazıda, ülkemizde uygulanmakta olan ve uygulanması planlanan çeşitli COVID-19 aşıları hakkında genel bilgiler verilerek toplum bilgi düzeyinin arttırılması ve aşıların mekanizmaların toplumsal yönden anlaşılması hedeflenmektedir. Bu sayede bilimsel dayanağı olmayan aşı karşıtlığı argümanlarının da yıkılarak aşılanma oranının yükseltilmesi ve bu sayede hem ölüm oranlarının azaltılması hem de toplum bağışıklığına daha hızlı bir şekilde ulaşılması büyük bir önem arz etmektedir.

CoronaVac (SinoVac)

Çin menşeili SinoVac şirketi tarafından üretilen CoronaVac COVID-19 aşısı iki yüzyılı aşkın köklü bir tarihi olan inaktive aşı grubunda sınıflandırılmaktadır. İnaktive aşılar, hastalığa sebep olan virüsün fiziksel (gama ışını, UV, ısı) veya kimyasal (formaldehit, kloroform) yöntemlerle inaktive edilmesiyle elde edilmektedir. Bu sayede virüs patojenik etkisini kaybederek insan vücudunda herhangi bir enfeksiyona yol açmamaktadır. İnaktive aşıların yeterli bağışıklık yanıtının oluşturulabilmesi amacıyla bu yöntemle elde edilen aşıların bazılarında “adjuvan” olarak isimlendirilen ve genellikle alüminyum tuzlarından oluşan maddeler yer almaktadır. Aşı karşıtlığı iddialarının bazılarının temelinde adjuvan olarak kullanılan maddelerin insan vücudunda patojenik etkiler yaptığı iddiası yatsa da bu iddiaların bilimsel olarak bir karşılığı bulunmamaktadır. Gerek faz çalışmalarında gerek de preklinik dönemde hücre kültürü ve hayvan deneylerinde adjuvan maddelerin ve aşının insan vücudu üzerindeki etkileri detaylı bir şekilde izlenmektedir. Çalışmalar boyunca en uygun ve etkili doz belirlenerek insan vücuduna verilebilecek potansiyel zararlar elimine edilmektedir. İki yüzyılı aşkın tarihsel süreçteki kullanımdan gelen veriler ışığında da inaktive aşı mekanizmasının son derece güvenli olduğu ve kullanılan süreçte olumsuz etkilere yol açmadığı görülmektedir. Ayrıca basit üretim basamaklarından oluşması ve bağışıklık sistemi baskılanmış bireylerde de bu tip aşıların kullanılabilmesi inaktive aşıların avantajları arasında yer almaktadır. İnaktive virüslerin insan vücuduna enjekte edilmesiyle bağışıklık sistemi aktive edilmekte ve immün yanıt elde edilmektedir. İnaktive aşılarda bu bağışıklık yanıtı genellikle B lenfositleri tarafından antikor üretilmesi temeline dayanan humoral (sıvısal) bağışıklıktır. T hücreleri tarafından aracılık edilen hücresel bağışıklık yanıtı ise bazen düşük oranda oluşabilirken bazen de hiç oluşmamaktadır. T hücresi temelli hücresel bağışıklık yanıtının bağışıklık sistemimizin çok önemli bir özelliği olması sebebiyle bu yanıtın zayıf olması inaktive aşılar için bir dezavantaj olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu sebeple inaktive aşılar yeni platform aşılara göre daha düşük koruyuculuk oranları gösterebilmektedir. SinoVac şirketi tarafından geliştirilen CoronaVac aşısının verilerini incelediğimizde resmi bir Faz 3 çalışması olmamasından dolayı çeşitli ülkelerde ortaya çıkan farklı sonuçların ortaya çıktığı görülmektedir. Faz 3 çalışmalarının yürütüldüğü ülkelerden biri olan Brezilya’nın verileri incelendiğinde, CoronaVac aşısının iki doz arasında 14 gün boşluk olacak şekilde uygulandığında enfeksiyonu önlemede yüzde 50.4 etkili olduğu görülmektedir. Araştırmacılar iki doz arasındaki sürenin 21 güne çıkarıldığında ise yüzde 62.3 seviyelerinde bir etkililik oranı elde edileceğini belirtmektedir. Yine Brezilya Faz 3 sonuçları incelendiğinde hafif ve orta şiddetteki medikal tedavi gerektiren enfeksiyonları önlemede yüzde 83.7, şiddetli enfeksiyonları ve hastaneye yatışı engellemede ise yüzde 100 etkili olarak açıklanmıştır. Türkiye’de yürütülen Faz 3 çalışmasını verileri incelendiğinde ise aşı enfeksiyonu önlemede yüzde 83.5 etkili bulunurken hastaneye yatışı ve şiddetli enfeksiyonu önlemede yüzde 100 etkili bulunmuştur. Ancak daha geniş gruplarda ve yüksek sayıda aşı uygulandığı için gerçek hayat verileri faz çalışmaları verilerinden farklı olabilmektedir. Şili’deki gerçek hayat verileri incelendiğinde aşının enfeksiyonu önlemede yüzde 65, hastaneye yatışı önlemede yüzde 85, yoğun bakıma yatışı önlemede yüzde 89 ve ölümü önlemede yüzde 80 etkili olduğu bulunmuştur. Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (CDC) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ateş, yorgunluk, baş ve eklem ağrıları, titreme ve mide bulantısı gibi yan etkilerin beklenen yan etkiler olduğunu ver birkaç gün sürebileceğini belirtmiştir. Gerek etki oranlarına bakıldığında gerekse de umulanın dışında yan etkilerin görülmemesi ile CoronaVac aşısının pandemi döneminde etkili ve güvenli bir alternatif aşı olduğu söylenebilir.

Pfizer/BioNTech

Amerikan menşeli Pzifer ve Alman menşeli BioNTech şirketlerinin ortaklığıyla geliştirilen BNT162b2 aşısı mRNA aşılarının onaylanmış ilk örneğidir. Pandemi döneminde mRNA temelli COVID-19 aşıları üretilene kadar onaylanmış herhangi bir mRNA temelli aşı bulunmamaktaydı. Kullanılan mRNA teknolojisi sebebiyle yeni teknolojinin ürünü aşılardır. Ancak yeni teknolojinin ürünü olmaları bu aşıların bilinmeyen çok fazla yönleri olduğunu veya güvenlik açısından bilinmezlerle dolu olduğunu göstermemektedir. Araştırmacılar onlarca yıldır kanser gibi farklı hastalıklar için aşı üretmek amacıyla bu mRNA teknolojisi üzerinde çalışmaktadır, bu sebeple temelinde güçlü araştırmalar yatan bir teknoloji olduğu ispatlanmaktadır. mRNA teknolojisi kullanan COVID-19 aşılarının mekanizmasına baktığımızda ise viral S proteinin kodlayan mRNA dizisinin genellikle lipid nanopartiküllerden oluşan özel bir kılıfa sarılarak insan vücuduna enjekte edilmesi yoluyla immün yanıt oluşturulduğu görülmektedir. Viral S proteini SARS-CoV-2 virüsünün yüzeyinde bulunan ve konak hücredeki ACE-2 reseptörlerine bağlanarak hücre içine girip konak hücreleri işgal eden ve enfeksiyonun başlatılmasında rol alan proteindir. Viral S proteininin kodlayan mRNA dizisi insan vücuduna enjekte edildiğinde ise sitoplazmadaki ribozomları kullanarak konak hücre tarafından Viral S proteini üretilmesine sebep olmaktadır. Viral S proteini üretildikçe bağışıklık sistemi bu proteinleri yabancı olarak tanımakta ve yabancı proteinlere karşı hem humoral hem de kuvvetli bir hücresel bağışıklık yanıtı oluşturmaktadır. Bu anlamda kuvvetli bir hücresel bağışıklık oluşturması da mRNA aşılarının yüksek oranda etkili aşılar olmasında etkilidir. Ayrıca virüsün sadece S proteini kısmı üretildiğinden dolayı da insan hücrelerine herhangi bir zarar vermesi söz konusu değildir. Belirli bir süre Viral S proteini üretildikten sonra da enjekte edilen mRNA molekülleri konak hücre tarafından yıkıma uğratılmaktadır. mRNA aşıları konusunda spekülasyonlara ve yanlış kanılara yol açan ve değinilmesi gereken önemli bir nokta da mRNA aşılarının insan genetiğini değiştirebileceği iddiasıdır. Bu iddianın temelsiz bir iddia olduğu açıkça görülmektedir çünkü insan vücuduna enjekte eden mRNA molekülleri hücre çekirdeğine girerek insan genomuyla entegre olamamaktadır. mRNA molekülleri yalnızca sitoplazmada işlev gösterebilmekte ve çekirdeğe girebilecek kararlılıkta bulunmamaktadırlar. Belirli bir süre sonunda konak hücreler tarafından yıkıma uğratılmaları da mRNA moleküllerinin insan vücudunda kalıcı olarak kalamayacağını kanıtlamaktadır. Bir diğer noktadan bakıldığında ise mRNA aşılarının hızlı bir şekilde üretilebilir ve dizayn edilebilir oluşu büyük bir avantaj sağlamaktadır. mRNA moleküllerinin kimyasal yöntemlerle üretilebilmesi ve yeni mutasyonlara karşı hızlı bir şekilde dizayn edilebilmesi, olası mutasyonlara karşı da etkili ve hızlı bir aşı üretimi konusunda umut vermektedir. Pzifer/BioNTech ortaklığıyla üretilen BNT162b2 aşısının Faz 3 çalışma verileri incelendiğinde ise birinci dozdan 14 gün sonra yüzde 52.4, ikinci dozdan 7 gün sonra ise yüzde 91.3 oranında enfeksiyonları önlemede etkili olduğu görülmüştür. Ancak ABD’den gelen gerçek hayat verilerine bakıldığında ise aşının ilk dozdan sonra bile enfeksiyonu önlemede yüzde 80 civarında etkili olduğu bulunmuştur ve bu rakamın aşının etkinliği konusunda çok önemli olduğu anlaşılmaktadır. İsrail’den gelen gerçek hayat verilerinde ise aşının enfeksiyonu önlemede yüzde 95.3, hastaneye yatışı ve kritik hastalığı önlemede yüzde 97 civarında ve ölümü önlemede yüzde 96.7 oranında etkili olduğu görülmektedir. Normal şartlarda iki doz arasında 21 gün bırakılırken bu sürenin 6–8 haftaya kadar çıkarılmasının herhangi bir negatif etki oluşturmayacağı da belirtilmiştir. Yan etkiler incelendiğinde ise ateş, kas ve eklem ağrıları, enjeksiyon yerinde ağrı, şişme gibi beklenen yan etkilerin dışında beklenmeyen bir yan etki olarak faz çalışmalarında lenfadenopati (lenf düğümlerinin büyümesi) gelişimi aşı ile ilgili olarak rapor edilmiştir (Aşı grubu:64, Plasebo grubu:6). Rapor edilen bir başka ciddi aşı kaynaklı yan etki ise aşının uygulanmasından veya aşının kendisinden kaynaklanan omuz hasarı olmuştur. Omur hasarı ve lenfadenopati dışında da direkt olarak aşıdan kaynaklandığı söylenebilen başka bir ciddi yan etki bulunmamaktadır. Faz çalışmalarında Bell’s paralizi de aşı grubundaki 4 kişide gözlemlenirken plasebo grubunda gözlemlenmemiştir. Ancak aşı grubundaki oran popülasyon ortalaması ile tutarlı olduğu için Bell’s paralizinin direkt olarak aşıyla ilgili olduğu söylenememektedir. Onun dışında ortaya çıkan bazı durumlarda ise aşı grubundaki ve plasebo grubundaki oranlar dengelenmektedir. Veriler ışığında çok yüksek koruyuculuk oranlarına sahip olması, gerek faz çalışmalarında gerekse de gerçek hayat verilerinde ciddi anlamda yan etkilere sebep olmaması ve dünya genelinde çok sayıda ülke tarafından tercih edilerek uygulanması sebebiyle mRNA temelli Pfizer/BioNTech aşısı pandeminin bitirilmesi yolunda en güçlü aşı adaylarından bir tanesi olarak gösterilmektedir.

Sputnik V

Rus menşeli Gamaleya Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Araştırma Enstitüsü tarafından geliştirilen Sputnik V (Gam-COVID-Vac) aşısı,AstraZeneca&Oxford ve Johnson&Johnson aşılarının da kullanmış olduğu viral vektör mekanizmasını kullanmaktadır. Viral vektör aşılarında, rekombinant DNA teknolojisiyle dizayn edilen rekombinant virüsler viral vektör olarak kullanılmaktadır. Rekombinant virüsler, rekombinant DNA teknolojisi kullanılarak viral antijeni -COVID-19 için S proteini- kodlayan genlerin başka türden bir virüse klonlanmasıyla elde edilmektedir. Genellikle konak hücreye zarar vermeyecek zayıf virüsler viral vektör olarak tercih edilmektedir. Adenovirüsler, viral vektör olarak sıklıkla kullanılan virüslerin örnekleridir. Hem AstraZeneca&Oxford ve Johnson&Johnson aşıları hem de Sputnik V aşısı viral vektör olarak adenovirüs serotiplerini kullanmaktadırlar. Viral vektörler istenilen şekilde genetik olarak dizayn edildikten sonra insan vücuduna enjekte edilmekte ve genetik materyalin istenilen virüs proteinini konak hücrenin mekanizmalarını kullanarak üretmektedir. Bunun sonucunda bağışıklık sistemi bu proteinleri yabancı olarak algılamakta ve bağışıklık yanıtı üretmektedir. COVID-19 aşılarında da adenovirüslerin genetik materyali, S proteinini kodlayan genlerin entegre edilebilmesi için dizayn edilmektedir. Bu sayede hücre içinde S proteinleri üretilecek ve hem humoral hem de hücresel bağışıklık yanıtı uyarılacaktır. Hücresel bağışıklığın kuvvetli olması, bu aşıların da önemli bir avantajıdır. Ayrıca adenovirüsün replike olarak çoğalmaması için replikasyon genleri de genomdan çıkarılmaktadır. Bu sayede viral vektörün hücre içinde çoğalması da engellenerek hastalık riski ortadan kaldırılmaktadır. Sputnik V aşısında olmasa da diğer bazı viral vektör aşılarında tek dozla yeterli korumanın sağlanması da önemli bir avantajdır (ör. Johnson&Johnson). Ancak viral vektörlere konağın daha önce maruziyeti aşının etki oranını düşürebilmektedir. Sputnik V aşısının Faz 3 çalışması verileri incelendiğinde 21 gün arayla uygulanan aşının enfeksiyonu önlemede yüzde 91.6 oranında etkili olduğu görülmektedir. Gamaleya Enstitüsü tarafından Nisan ayının sonlarında yapılan açıklamada ise aşının gerçek hayat verilerine bakıldığı zaman enfeksiyonu önlemede yüzde 97.6 etkili olduğu açıklanmıştır. Aynı mekanizmayı kullandıkları AstraZeneca&Oxford ve Johnson&Johnson aşılarına göre daha yüksek koruyuculuk oranının ise iki dozda farklı adenovirüs serotiplerinin kullanılmasına bağlı olduğu belirtilmektedir (rAD21 ve rAD5 serotipleri). Faz 3 çalışmasının yayınlandığı The Lancet dergisindeki makale çerçevesinde yan etkiler incelendiğinde, diğer aşılarda olan ve umulan yorgunluk, baş ağrısı, soğuk algınlığı benzeri semptomlar ve aşı bölgesinde ağrı, kızarıklık gibi geçici yan etkilerin rapor edildiği görülmektedir. Aynı makalede, Faz 3 çalışmasında aşı grubunda yer alan 16,427 kişiden 45’inde hemorajik felç, derin ven trombozu ve hipertansiyon gibi ciddi yan etkilerin gözlemlendiği belirtilse de bağımsız veri izleme komitesi bu yan etkilerin hiçbirinin aşı uygulaması ile ilgili olmadığını doğrulamıştır. Bu bağlamda bakıldığı zaman Sputnik V aşısı da gerek güvenlik kriterleri gerekse de yüksek koruma oranı avantajıyla etkili ve güvenlik profiline sahip bir COVID-19 aşısı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Aşılama ve bağışıklama çalışmalarının büyük halk sağlığı problemlerinin önlenmesinde ve bulaşıcı hastalıkların kontrolünde olan rolünü yadsımak mümkün değildir. COVID-19 pandemisi gibi dünya çapında milyonları etkilemiş ve milyonlarca insanın hayatlarını kaybetmesine yol açan bir halk sağlığı probleminin de aşılama yoluyla toplum bağışıklığı oluşturma yoluyla aşılabileceği açıkça görülmektedir. Bu sebeple bilimsel hiçbir dayanağı olmayan aşı karşıtlığı argümanlarının arkasında aşı olmaktan kaçınmak, bu halk sağlığı probleminin çözümüne yardımcı olmak yerine işi daha da zor koşullara sürmektir. Yaygın kullanım sürecine gelen her aşının preklinik ve klinik çalışmaları sıkı bir şekilde tamamlanmalı, aşının etkinliği ve güvenliği kanıtlanmış olmalıdır. Şu anki durumda da COVID-19 aşılarının Faz 3 çalışmalarının sonuçları şeffaf bir şekilde elimizdedir. Bu sebeple sırası gelince aşısını olan her birey bu halk sağlığı probleminin çözümünde elini taşın altına koyarak çok değerli bir vatandaşlık örneği sergilemektedir.

Pandemi sürecini en kısa zamanda atlatarak güzel zamanlarımıza tekrar kavuşmamız dileğiyle…

Bu yazımı hazırlarken kullandığım kaynaklara buradaki bağlantı üzerinden ulaşabilirsiniz.

Yeni başladığım Medium Blog maceramda bu yazımı okuyarak başkalarıyla da paylaşabilirseniz ve alkış atarak destekleyebilirseniz çok mutlu olurum. Yorum yaparak geri bildirimlerinizi iletmenizi de kendi gelişimim açısından çok kıymetli buluyorum.

Sevgilerimle,

İbrahim Gökçe

--

--

İbrahim Gökçe

Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi. Gönüllü çalışma heveslisi. linkedin: linkedin.com/in/ibrahimgokce07